4 Aralık 2015 Cuma

Gecenin Sözleri

 
   Sıla'nın da dediği gibi " davetsiz bu hayatın, mutlaktır oyunları". Benim oyunlarım da böyle oldu tam olarak : Hayat gailesi.
Hepimiz uğraşmıyor muyuz sanki bir şeylerle?
Sizi siz yapan dertleriniz, tasalarınız, mutluluklarınız, sevinçleriniz hepsi teker teker gelmiyor mu yamacınıza?
Cevabı olmayan sorularla boğuşmuyor muyuz bazen?
Peki ben neden bu kadar çok soru sormayı seviyorum? Bilmiyorum.

     İşin özü; ne olursa olsun seviyoruz yaşamayı. Her nefes alış bir varoluş,yeniden doğuş.




21 Ekim 2015 Çarşamba

Back To The Future



Yaklaşık 2 saat önce tarih 21.10.2015 iken Geleceğe Dönüş filmi geldi hepimizin aklına. Sosyal medyada trend topic oldu, filmden kareler paylaşıldı. Gelmiş geçmiş en güzel bilimkurgu filmlerden biri "Geleceğe Dönüş" serisidir mutlaka.



1989 Kasımda gösterime giren filmin 2. serisinde Marty ve Doktor Brown Marty'nin doğmamış çocuklarını kurtarmak için 21 Ekim 2015'e ışınlandı. İnsanın içi kıpır kıpır olmasında ne yapsın. 1989'dan 2015'e geldik ve biz bu günü yaşadık yahu! O kadar çok teknolojik unsur gösterildi ki filmde tabi ki bunlardan birkaçı da gerçekleşti. Sevindik, şaşırdık, vayy beee dedik. Geçen 26 yıl birçok şey götürüp birçok yenilik getirdi hayatımıza.


Büyük televizyonlar şu an hayatımızda LCD olarak kullanıyoruz. Ayrıca 3 boyutlu gözlükler sayesinde hologramlarla karşılaşıyoruz. Görüntülü arama yapıp karşımızdaki bizimle konuşurken neler yapıyor görebiliyoruz.


 Marty'nin konuşan ceketi giymesi bizim kollarımıza iwatch takmamızdan pek de farklı değil.


Unutmadan bu anı hepimiz hayal ettik bence. Amma güzel olurdu bir de havada trafiği düşünmeseydik tabi.

Elbette çoğu insan bugün benim gibi değişik duygular içine girmiş olmalı. Yaşlandım mı ne? Bugün yapılan bilimkurgular gelecekteki nesil için ne ifade eder acaba?

20 Ekim 2015 Salı



Özür dilerim kendimden
Hep ağlattığım için gözlerimden
Yanlış kişileri sevdiğim için kalbimden
Soğuk bakışlara teslim ettiğim için ruhumdan
Bana gitmelisin dediğinde bile kaldığım için aklımdan
Hep kaçtığım için inaçlığımdan
Hırpalandığı için gururumdan
Gülmeyi özleyen dudaklarımdan
Her zaman doğruyu söyleyen iç sesimden
Onu duymasına izin verdiğim için kulaklarımdan
Hep üzgün olduğu için mısralarımdan
Böyle de güçlü olan tek başınalığımdan
En çok onu hiç sevmediğim için yalnızlığımdan
Beni ben yapan tüm ayrıntılardan
Sadece onu sevmediğimi direttiğim için aşktan
Gözlerimi sadece onunla açtığım için taze sabahlardan
Ve sadece onu hatırlattığı için yağmurdan
Bir yanlışlığım ben dediğim için hayattan
Kabul etmeyi beceremediğim için kaderimden
Her şey tükendikten sonra gitmek istediğim için geçmişimden
Boşa geçirdiğim zamanımdan
Acıtsa da insanlar vermekte zorlanmadığım ikinci şanslardan
Her gün değiştirdiğim, arkasında duramadığım kararlarımdan
Tek bir tebessüme sattığım için nefretimden
Özür dilerim kendimden...
Aşkın Kadın Yüzü-Şenay Kaya

14 Ekim 2015 Çarşamba

Koca Kitaplıklarımız



3.'sü gerçekleşen Edirne Kitap Fuarı bu yıl 9-18 Ekim tarihleri arasında kitapsever dostlarla buluşuyor. Edirne'de yaşayan ya da yakın illerden gelecek olan çılgın kitap tutkunlarını, on gün boyunca ister zihinlerine ister de gözlerine bayram ettirecek birbirinden farklı yayınevleri bekliyor.


Tarihi Ekmekçizade Ahmet Paşa Kervansarayı'nın içinde iki blok şeklinde oluşturulan kitap standları rengarenk. Her yayınevinde sizi karşılayan bilgili ve sıcacık sohbetli kitapseverlerle karşılaşmanız mümkün. Tadını çıkara çıkara her kitaba dokunarak ve ilginizi çeken kitapların arka kapaklarını okuyarak bir standta 45 dakika geçirebilirsiniz. Belki daha detaycı kitap kurtları vardır aramızda ve onlar bu süreyi daha da uzatabilir. 


Tabi ki sadece kitaplar yok fuarda. Mizah dergilerini sizlere sunmak için gelen yayınevleri de var. Nohut kafa Fırat'ı, anlaşılamaz adam Otis Abi'yi sevenler de burada aradıklarını bulabilecekler. Kitaplarının arasını neşelendirmek için birbirinden farklı kitap ayraçlarına ve de sevdiğiniz karikatürün minik tatlı anahtarlıklarına  sahip olabileceksiniz. 


Şahsen ben ruhumu doyuracak sanat eserleri bile buldum. Kitap okurken siz de fonda müzik dinlemeyi seviyorsanız "Türk Enstrümanlarıyla Rahatlama Müziği" başlıklı cd koleksiyonuna göz atmanızı tavsiye ederim. Her cd farklı enstrüman ağırlığıyla hazırlanmış: Bağlama, kanun, kemençe, ney, tanbur... Ben kendime neyi seçtim. İçime huzur veren bir sesi var bu enstrümanın. Zaten ney bir zamanlar hastaları tedavi etmek için şifahanelerde de çalınıyormuş. Tamamen sakinleştiren sesiyle huzur içinde kitabımı okuyabiliyorum. Tabi bana bu yetmedi ve yanına bir de piyano-çello-gitar  üçlüsünün oluşturduğu bir müzik cd'si daha ekledim. 


Tüm bunların yanında fuarın bu sene ki sergisinde Aziz Nesin var. 
"Aziz Nesin 1915-2015: Fotoğraflarla 100 Yıllık Özyaşam Öyküsü"


Büyük ve usta kalem Aziz Nesin'in de yaşam öyküsüne fotoğraflarla göz atmış oluyorsunuz.

Tarih kokan bir kervansarayda kitaplarla dolu bir gün geçirmek gibisi yoktur umarım. 
Tüm kitap dostları ne mutlu size, bize.




4 Ekim 2015 Pazar

"Maksat yeşillik olsun."


    Hemen hemen herkesin çok sevdiği OT dergiden bazı alıntılar ve izlenimler sunmak istiyorum size bu sefer. Neredeyse her yaştan okuru olan OT derginin kendi içinde okurları tarafından kullanılan slogan haline dönmüş bir de cümlesi var. "OT'lanıyoruz." Yapılan paylaşımlarda "Bugün büfedeki abiye bi OT verir misin? Dedim, büfeci şoka girdi." , "Bu ay da OT'landık." , "OT'lanma zamanı." Gibi cümlelerle karşılaşıyorum. Benim de sevdiğim ve fırsat buldukça okuduğum bir dergi OT. Birkaç fotoğraf ve yorumla yazıma devam edeceğim. 


Hepimizin en çok Leyla ile Mecnun'dan tanıdığı Ali Atay namıdeğer Mecnun OT'da yazıyor. O kadar güzel yazıyor ki eline, kalemine, yüreğine sağlık. İnsanın okurken "O gemi birgün gelecek." Diyesi geliyor hani.


Sevgili Ahmet Hakan'ın "Bazen Kendi Kendime Diyorum Ki" isimli yazısında bu ay o kadar güzel bir cümleye rastladım ki... "Keşke Cemal Süreya yaşasaydı." Keşke... Yüreği aşk dolu insan Cemal Süreya. O öldüğünde ben anne karnındaydım. Ah be ecel biraz daha bekleseydin de "Benim zamanımda bir Cemal Süreya vardı ki aynı havayı soluduğum." Diye övgü dolu cümleler kurabilseydim.


Ah canım Yekta. Seni sesinden tanıdım ve o kadar çok sevdim ki. OT dergide seni görmek o kadar haz veriyor ki bana. Sen her zaman yaz. Her zaman gül. Aman o güzel ses tellerine zeval gelmesin. Seviliyorsun yahu...


Hakan Bıçakçı'ya ait sayfadaki o enfes cümle. "Mal gibi kaldım." Şimdi bana söyleyin hangimiz tam olarak da böyle mal gibi kalmadı. Hayatta öyle anlar var ki insanın elinden hiçbir şey gelmiyor. Aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık. E napalım, hayat gailesi işte. 


Buram buram aşk kokan fakat acı aşk kokan cümle. Tarık Tufan selam olsun sana.

22 Eylül 2015 Salı

Bişiy yaparım ki ben bunla



Bugün yine öğrendim ki büyüyemiyorum. 24 yaşında koskocaman yüksek lisans yapan bir bireyim. Lakin nerede çocuksu şeyler görsem içim eriyor. Hemen alma ihtiyacı hissediyorum. İşime yarar mı diye bakmadan üstelik.


Artık etrafım bile o kadar alışık ki bu duruma babam elinde yarım metre (abartmıyorum) çikolatayla eve geldi. Üstelik ben de bugün çok cici ojeler gördüm ve tabiki de aldım. Bilgisayarım yanımda olmadığı için blog yazılarımı önce deftere yazayım diye bir de minik ama çok şirin bir defter kattım market sepetime.


Aaa tabi ki bitmedi. Gördüğüm renkli keçeli kalemleri de aynı Fırat gibi "bişiy yaparım ki ben bunla" mantığıyla attım defterin yanına. Aşağıdaki güzel görüntü hepsinin toplamı. 


Ee şimdi kim büyümek ister ki? Sanırım benlik bir durum değil büyük hissetmek. Siz de beni iyice umursamaz, şımarık bir kız çocuğu sanmayın olur mu? Yaşamın gereklerinin ve sorumluluklarımın farkındayım. Merak etmeyin hepsini de yerine getirebiliyorum ama içimdeki çocuğu da çok seviyorum. Beni ben yapanlardan. Sizi siz yapanlar ne acaba? 






21 Eylül 2015 Pazartesi

Soğuyor mu Gökyüzüm?



Yolculuktayım. Uzandım arka koltuğa boylu boyunca sırt üstü. Kulağımda en sevdiğim seslerden birkaçı. Başımı azıcık yukarı kaldırınca gördüğüm uçsuz bucaksız gökyüzü.

 Baktıkça geçiyor, değişiyor bulutlar. Kulağımdaki ses 'kayboldu' derken bulutta yok oluyor. 'Her şeydi son buldu kör bir hevesle' derken yaşam kayıyor altımdan. Arada bir önüme düşürüyorum kafamı gördüğüm ağaçlar, orman.


Yaşamaya inat eder gibi yukarıya doğru uzamışlar. Bana da demek istedikleri bu sanırım "hayat devam ediyor, büyüyorsun, inat et yakala yukarıdakini". İnansam mı? Soğuyor kelimelerim. Düşmeyecek gibi çıkmışım meğerse yola. Akıp giden zaman evet karşı koyamadığım. Bak yine gökyüzü var tepemde. Huzur mu veriyor ne? Bi şeyler mi anlatıyor bu bulutlar bana?


Birkaç kuş var yukarıda. Oynaşır gibiler sanki. 'Kayboldu'diyor yine kulağımdaki ses. Doğru kuşlar da kayboldu şimdi. Peki içimdekiler kaybolur mu? Ya sizdekiler?

16 Eylül 2015 Çarşamba

Çocukluğumuzun Resmi!


     Yazar olmadan önce birçok meslekte tutunmaya çalışan Vasconcelos'un Şeker Portakalı isimli romanı. Roman üzerine eminim sizin de söyleyebilecek birkaç cümleniz vardır. Kiminiz ortaokul yıllarında dönem ödevi vasıtası ile zorla okudu, kiminiz arkadaşları çok övdüğü için okudu fakat beklentilerini karşılayamadı. Kiminiz de benim gibi çooook sonradan (üniversite yıllarında) okumaya karar verdi.Kitapla geç tanıştığım için pişman değilim. Aksine 20'li yaşlarımda okumak bana çocukluğumun tasasız, masum yıllarını hatırlattı. 13-14 yaşlarında okusaydım eğer bu hazzı alamayacağıma inanıyorum. Kitapta geçen bir cümlede şöyle diyor:"Kimseden hiçbir şey beklemiyorum. Böylece hayal kırıklığına da uğramamış oluyorum." O yaşlarda bu cümleden çok basit bir anlam çıkarabilir veyahut hiç üzerinde durmadan geçebilirdim. Şimdiyse romanı tam o arada kesip, yaşadıklarımı ve hayal kırıklıklarımı düşünerek "haklııııııı" diye cevap verebildim. Okurken düşündüren bir kitap demek doğru olur sanırım. Okuyun, büyükler olarak okuyun! Çünkü küçük Zeze'nin şiddete uğradığı anlarda gözleriniz dolacak ya da kitabı tam o bölümde kapatıp derin bir nefes alma ihtiyacı hissedeceksiniz. Eğer çocuğunuz varsa ona bakış açınız değişecek. Bir çocuk için sevgi denen duygunun ne kadar önemli olduğunu keşfedeceksiniz.

   

   Kitap Özeti: Küçük Zeze yoksul bir ailenin 5 yaşındaki yaramaz ama masum yürekli bir çocuğudur. Yaramazlığı yüzünden devamlı şikayet edilerek, ailesi tarafından "şeytan onun vaftiz babası" gibi söylemlere uğrar. Zeze kendinden küçük kardeşi Luis ile ilgilenerek şeytanla alakası olmadığını da belli eder aslında. Ailesinde çok sevdiği bir diğer kardeşi ise kendisi gibi sarı saçları olan ablası Gloria'dır. Evdeki şiddetten Zeze'yi koruyan Gloria onun bir çocuk olduğunun farkında olan tek kişidir. Yeni taşındıkları evde kendine bir şeker portakalı fidanını arkadaş edinen Zeze vaktinin çoğunu onunla ve kardeşiyle geçirmeye başlar. Birgün yine bir yaramazlık peşindeyken Portekizli Valadores ile karşılaşır. Zaman ilerledikçe ona Portuga diye hitap etmeye başlar. Portuga artık Zeze'nin en iyi dostudur, beraber çokça zaman geçirirler. Öyle ki küçük kahramanımız Portuga'sını babası ilan eder kendi içinde. Bu mutlu günler çok sürmeyecek Portuga'sına çarpan trenin acısıyla Zeze yataklara düşecek ve kendine geldiğinde babası yerine koyduğu adam artık olmayacaktır.
   
  "Hepimiz büyüktük. Küçük küçük parçalarla, aynı üzüntüden payını alan büyük ve hüzünlü kişiler."


Unutmadan bir de filmi var bu romanın. Ben henüz izlemedim fakat izlemeyeceğim anlamına gelmesin. Romanlardan alıntılanan filmseverlere duyrulur efendim.

15 Eylül 2015 Salı

Büyüdüğünü düşünen kim?


     Hayır yani sen büyüdüğünü mü sandın? Büyüdüğünü hatırlatacak bir şeyler mi oldu? Yoksa ne zaman ben artık büyüdüm dediğinde önüne geçip "asla sen hala minik bir kızsın!" Gibi cümlelere ve bu cümleleri bastıracak davranışlara mı maruz kaldın? Sen büyüdün mü? Yoo, hayır. Sen sadece sana söyleneni yap. Tamam, pekala, haklısın demekle geçecek ömrün. Okuyup yüksek yerlere gelsen de gelmesen de sen hep o kanatların altında kalacaksın. Bu yüzden uyum sağla ve sus. Her zaman. Daima. İşte böyle uslu kız. 
     

14 Eylül 2015 Pazartesi

Adınla yaşasın tatlı



     Üniversite yıllarımda ev arkadaşım, dostum, kardeşim dediğim bir can vardı yanımda. Ara ara evimiz şenlensin, muhabbetimizin tatlılığına tat katsın diye damla sakızlı muhallebi yapardı. Eli öyle lezzetliydi ki, o muhallebi bana göre 'hafız mustafa'nın' muhallebileriyle yarışırdı. Şimdi bu kız neden bunu bize anlatıyor dediğinizi duyar gibiyim. Anlatıyorum çünkü; çok özledim. Mezun olmanın verdiği acı bir yön işte bu da. O güzel yıllarda özlediğim enfes anları ve tatları anlatma ihtiyacı hissediyorum. Anlatınca yeniden yaşarcasına kıpır kıpır oluyor içim. Hiç unutulur mu güzel anılar? Asla!
     Siz de yazın bir yerlere dimağınızda kalanları. Yazın ki tekrar yaşayın. Tekrar yaşayın ki hayattan aldığınız haz artsın. Damla sakızlı muhallebinin güzel sahibi, ellerin dert görmesin...



Bu da ekstra tat olsun.

12 Eylül 2015 Cumartesi

Ah Ceylan!


    Bu saatte (23:45) dinlenebilecek bir şarkı. Rahmetli Kayahan'ın en güzel bestelerinden. Bir ömür zindanlarda ellerimsin, gözlerimsin, mahkumum sana! Muazzam sözler insanı alıp başka yerlere götürüyor. Dinlerken bir şeyler hatırlamamak ya da dalıp gitmemek mümkün değil.

      Peki neden bu şarkıyı Ceylan Ertem'den paylaştım? Siz önce dinleyin neden paylaştığımı anlayacaksınız.

Sadece Biraz


   
 
   Huzur... Sadece biraz huzur...
Hepinizin huzur bulduğu bir yer vardır mutlaka biliyorum. Ev, oda, sevgili yanı, dost yanı, yalnız kalınan anlar vs vs. Bazen de bir şarkıda bir fotoğrafın içinde. Ben uzun zamandır arıyorum bu huzuru. Sanırım benimki de eve girene kadar. Kendi yalnızlığım, kendi özgürlük alanım huzurum. Çoğu zaman başkaları tarafından gasp edilen bana ait olan ya da olamayan o tek başımalık. Kulağımda kulaklık sokaklarda yalnız yürümekte var tabi bu huzurda. Katletmeyin, gasp etmeyin, elinizi sokmayın huzuruma! Kimse... Kimse...
                                        Huzur... Sadece biraz huzur...

4 Temmuz 2015 Cumartesi

Tüm Budalalara!




Sensiz de denizi seyredebiliyorum
Hem dalgaların dili seninkinden açık
Ne kadar hatırlatsan kendini boş
Sensiz de seni sevebiliyorum

Hep boş konuşurduk hatırlar mısın, bula bula
Karşılaştığımız zamanlarda
Sen, sevgiden şımaran çocuk
Ben şaşıran budala

     Özdemir Asaf                      


3 Temmuz 2015 Cuma

San Andreas mı Dwayne Johnson mı?



     Merhaba sevgili Dwayne Johnson severler. Aslında sadece size seslenmem biraz ters oldu fakat ben biliyorum ki Dwayne severler ve bu adamı sadece görüntü olarak tanıyanlar "Aa bu adam mı oynuyormuş hadi izleyelim" deyip San Andreas'ı izlemek isteyeceklerdir.
     Konusu tipik bir felaket filmi olan San Andreas Fay'ı grafikleri ve efektleri itibariyle sıradanlaşmaktan kendini kurtarıyor. Dünyanın sonu tarzı filmler birçok insanın artık ezberlediği iki adım sonra ne olacağını tahmin etmesinden dolayı pek rağbet görmüyor. Merak bu ya izleniyor izlenmesine lakin film bitince " Hep aynı kurgu, böyle biteceği belliydi" şeklinde ifadelerle kendi sonunu hazırlıyor. Size tavsiyem bu filmi sinemada izleyin. O zaman çok keyif alacaksınız. (Biraz geç kalmış olabilirim ama hala gösterimde olduğu sinemalar var.) Ayrıca oyunculuklar gerçekten çok iyi. Öyle çöpe atılacak tarzda bir film olmadığına inanıyorum. Amerika'nın üstün gücünü yansıtmaya çalıştığını fark edeceksiniz. Aldırmayın. Siz arkanıza yaslanın ve keyfini çıkarın.
     Filmin özetine gelince:
                                         California 'da yaşanan deprem felaketinden sonra, acil kurtarma biriminde çalışan ve helikopter pilotu olan Ray ile birlikte eski eşi Emma'nın kızları Blake'i kurtarmak için Los Angeles'tan ayrılıp San Francisco'ya gitmeye çalıştığı sırada yaşanılan olaylar.

İyi Seyirler                  

2 Temmuz 2015 Perşembe

Gecenin Sevgilisi

 
   "Bu satırları vapurda yazıyorum. Teknenin sarsıntısından ötürü yazım biraz titrek ve okunaksız oluyor, kusura bakmayasın. Her yerde, her zaman yazmak istedim sana. Her koşulda haykırmak istedim aşkımı, sevgimi, sana karşı olan tutkumu. Vapurda da, otobüste de, hatta yürürken de. Anlayasın istedim beni. Güvenesin, ileriye umut bağlayasın istedim...
      Şimdi saat kaç? Onu bile bilmiyorum. Tek bildiğim, tek düşündüğüm sensin, senin sağlığın, rahatlığın, mutluluğun. Tek şey budur... Şimdi vapur Haydarpaşa önlerinde ilk dalgakıranın önlerinde. Kaç kez birlikte geçtik burdan. Ne sözler söyledik. Ne bakışmalar oldu aramızda. Ne çaylar içtik... Geçmiş günler geleceklerden daha parlak değil. Buna inanmanı istiyorum. Seni evrence seviyorum."
 
Cemal Süreya         


Bize Biraz Renk Gerek


     Bugün bir kez daha anladım ki ülkemin insanları sinir küpü. Çok da haksız sayılmazlar hani. Yarısı sevmediği işte çalışıyor, yarısı sırf bu hatayı yapmamak için işsiz dolaşıyor. Siz hangi tayfadasınız? Soruyu kendime çevirmek istemiyorum pek ama sanırım ben de işsiz gurubundayım. En azından şimdilik. Peki bu insanlar hiç mutlu olamıyor mu? Olmaz mı, en tatlısından otobüste bir teyze veya amcaya yer verdiğinizde onların yüzündeki o tebessüm ve size edilen dualar hiç mi yüreğinize su serpmiyor? Sonra içinizde oluşan o "Ben ne iyi bir insanım" bakışıyla göğsünüzü kabartmanıza ne demeli?
     İşin özü bugün hastaneye gittim ve ülkemin güzel insanlarının yarısının sinir hastası olduğunu onayladım. Kimsenin kimseye tahammülü yok. Sanki biri bi şey dese veya bi bakış atsa da " Ne var arkadaşım?" diye çıkışmak ister gibiler. Eminim siz de çok denk gelmişsinizdir bu duruma. Belki de siz de bu insanlardan birisinizdir. Aman Tanrım! Canım insanlarım, güzel halkım bu sinir bu öfke niye? Tamam sorum biraz saçma oldu sinir olunması gereken çok şey var. Lakin azıcık da gülsek olmaz mı?


1 Temmuz 2015 Çarşamba

Göğe doğru...


Ne zaman ki istesem huzuru
Gökyüzüne doğru yükselir başım
Deniz mi? Olmasa da olur
Tüm gök benim
Mavilik ve bulutlar benim
Bir de gökte görürüm
Sonsuzluğun tonlarını

Sen, ben, huzur, gök
hayaller ve sen
Daha ne...


29 Haziran 2015 Pazartesi

Terminatör Efsanesi!



     Efsane film Terminatör! Özellikle Arnold Schwarzenegger hayranlarını mutlu eden 'Genisys' vizyonda. Bizzat gittim izledim hem de 3D özelliğiyle. Filmin yeni kadrosunu sevmemek elde değil. Özellikle T-800 ve Sarah Connor arasındaki diyalog gerçekten izleyenlere bir robotun bile sevgi besleyebileceğini yansıtıyor. Şunun şurasında 3 günlük dünya değil mi? Sevelim sevilelim, makinalarla savaşmakta neymiş. Amma velakin bazıları rahat durmamakta ısrarcı. Hal böyle olunca da Arnold abimiz devreye girmezse hiiiç mi hiiiç olmaz. Geri dönüşünü sevdiğimiz canımız Terminatör'ümüz ne iyi ettin. Yaşlanan usta aktöre kılıfını da çok iyi uydurmuşlar filmde. Tabi bu spoilerı burada veremem, izleyin görün. Ejderhaların annesi Khaleesi'ye de farklı bir boyuttan bakmanızı sağlayacak Terminatör. Ne yalan söyleyeyim kız çok güzel fakat o örgülü beyazımsı saçlarıyla daha da güzel. Bir de yakışıklı Kyle Reese var, yakışmışlar rollerinin hakkını vermişler. Filmin özeti kısaca şöyle:
   
  İnsan direnişinin lideri John Conner, Çavuş Kyle Reese'i Sarah Conner'ı koruması ve geleceği güvence altına alması için 1984'e geri gönderdiğinde olayların beklenmedik bir şekilde yön değiştirmesi zaman çizgisinde kırılma yaratır. Şimdi kendisini geçmişin yeni ve yabancı bir versiyonunda bulan Çavuş Reese, T-800'ünde dahil olduğu olasılık dışı müttefiklerle, tehlikeli yeni düşmanlarla ve beklenmedik geleceği yeniden başlatmak göreviyle karşı karşıya kalır.
                                                                                  
                                                                                             Daha ne diyeyim iyi seyirler!




28 Haziran 2015 Pazar

Hadi Yollara!


Seyahat... Var mı seyahat etmekten haz alan? E illa ki vardır ama kast ettiğim yolculuk aşaması. Yol önünde uzaaar gider. Kıvrımlarıyla, düz oluşuyla, inişleri ve çıkışlarının yanı sıra; ormanıyla, deniziyle, dağı ve tepesiyle hepsini bir arada yaşadığınız seyahat gibisi olur mu hiç? Otobüste dağıtılan ikramlardan kahveyi alıp kitabını açacaksın. Ohh mis gibi. En güzeli okumak değil mi zaten?

Geniş geniş yayıla yayıla okunan kitaptan uzaklaşmak istercesine beyniniz sinyal verecek ya da bulanan mideniz. Bu durumda da yapılacak diğer yolculuk yöntemi sıraya girdi demektir: Kulaklığını tak! Kulaklığı takıp herkesten kendini soyutladıktan sonra camdan dışarıyı izlemeye koyulacaksın. İnsanoğlu bu boş durur mu? Durmaz annem durmaz. Bu sefer de bi dünya şey düşündürür müzikle beynindeki böcekler. Ee ne bekliyoruz ezip geçme vaktidir böcekleri. Eyy yolcu düşün güzel yarınları..

23 Mayıs 2015 Cumartesi

İmdaaaat!



       Bugünlerde kafanız karışık mı? Ben de bir hayli tuhaflık var. Havaların dengesiz olmasından dolayı mı acaba? Bir sıcak bir soğuk ne olduğunu hala anlayamadım. Bünyeler karıştı, zarar ziyan söz konusu. Yönümü bulamıyorum a dostlar. Geleceğine tam olarak yön verebilen var mı? Ah bu ben! Biri tutup sarssa dese ki "Hey.. Milena kendine gel şunu yapmalısın ya da böyle yapsan daha iyi olur." Biri bana yardım etsiiiiiinnnn. İmdaaaaaattttt!!


      Bence böyle anlarda kafa kafaya verebilecek beyin fırtınası yapabilecek birkaç kişiye ihtiyaç var. 





Tek bir Nazım.



Benim sevdasında bencil
ama yüreğinde sağlam sevdiğim
Aklıma gelişini seveyim
Ne güzel darma duman ediyorsun beni.

Diyor Nazım Hikmet. Ne de güzel diyor değil mi? Ah şu Nazım güzel adam, sevdası büyük adam. Aşktan asla vazgeçemeyen adam. Bu aşk kimi zaman bir kadına kimi zaman da vatanına duyduğu aşk. Her aşık insan bir Nazım şiirini kendine ithaf eder ya da hemen hemen her çiftin bir şiiri vardır ona ait olan. Birilerinin sesini duyar gibiyim. Ne sende mi? Bir dizide bir replik vardı:"Cebinde Nazım'ın şiirlerini taşıyan adam kötü olur mu hiç?' bence de olmaz. Aşk diyoruz inansakta inanmasakta onun varlığına illa ki yaşanır. Belki yaşadıktan sonra inancın kaybolur belki de sıkı sıkı bağlanırsın. Hayatın umarsız düzeninde ipliklerin pamuk kıvamındaysa eğer aşk seni esir almış demektir dostum. Haydi geçmiş ola..

21 Mayıs 2015 Perşembe

özlem derin.



Bu ne şimdi gece gece? Hep mi özlenir böyle?

Yok Yok Sevemezsin


Bu yazıyı dün gece twitterda dolanırken gördüm. Arka fonda da Halil Sezai çalıyordu, işkenceyi tahmin edebiliyorsunuz sanırım. Allah'ım ne kadar doğru bir cümle. Sen kimsin ki (buradaki sitem onu sevmeye kalkana) benden çok seveceksin sevgiliyi. Hayır bana bir açıkla bunu. Yok mu? Hani nerdesiniz? Bir kişi bile mi yok açıklayacak? Sevdik değil mi canımız çıkarcasına içimizi yaka yaka?.. İnandık, kandık oh ne ala seviliyoruz sandık. Kim bilebilirdi ki bir sabah uyandığında kalbin batmaya başlayacak, elin telefona gidecek ama "aa o yok ki artık" deyip geri bırakacağını.
Selam okuyucu naber? Valla biz böyle yarım kaldık ya sen?..

20 Mayıs 2015 Çarşamba

Yeşilçamı anımsatan yer..






Yeşilçam...
Herkesin kendine göre izlerken zevk aldığı ve hislerine tercüman olan bir yeşilçam filmi vardır. İzlerken kimi zaman gözler dolar, kimi zaman neşeyle kahkahalar duyulur. Bugün öyle bir yer keşfettim ki her yerde bu hatıraların izi vardı. duvarlarda Türk sinemasının yakışıklı jönleri Ediz Hun, Tarık Akan ve güzel mi güzel kraliçeleri Türkan Şoray, Filiz Akın ve daha nicesinin fotoğrafları var. Geçmişe yolculuğa çıkmış gibi bir his kaplıyor insanın içini. Hele bir de girişteki iki sandalye ve bir aynalı masa... Önünde fotoğraf çekmemek elde değil. Hababam Sınıfı'ndan birçok kare var aynanın üstünde.
Hababam Sınıfı üzerine o kadar çok şey yazılabilir ki... Bir film düşünün müziği yavaş çalarken içler acıtıyor fakat ne haldir ki hızlanınca neşe saçıyor. Ton Ton Hafize Ananın,"çocuklarım" deyip öğrencilerini öyle sevdiği Mahmut Hocanın, yakışıklı Ferit'in, kurnaz Güdük Necmi'nin ve her defasında onun oyununa gelen İnek Şaban'ın yerini kim tutabilir şu zamanda? Neyse konuyu çok dağıttım sanırım.
Sonuç olarak metrobüsten Şirinevler durağında indikten sonra Vista-de Cafe&Restaurant adlı mekana gidip bir çay içmelisiniz. Bence bu fotoğrafları görmek için bile gidilebilir. Hadi yeşilçam yolculuğuna...