22 Eylül 2015 Salı

Bişiy yaparım ki ben bunla



Bugün yine öğrendim ki büyüyemiyorum. 24 yaşında koskocaman yüksek lisans yapan bir bireyim. Lakin nerede çocuksu şeyler görsem içim eriyor. Hemen alma ihtiyacı hissediyorum. İşime yarar mı diye bakmadan üstelik.


Artık etrafım bile o kadar alışık ki bu duruma babam elinde yarım metre (abartmıyorum) çikolatayla eve geldi. Üstelik ben de bugün çok cici ojeler gördüm ve tabiki de aldım. Bilgisayarım yanımda olmadığı için blog yazılarımı önce deftere yazayım diye bir de minik ama çok şirin bir defter kattım market sepetime.


Aaa tabi ki bitmedi. Gördüğüm renkli keçeli kalemleri de aynı Fırat gibi "bişiy yaparım ki ben bunla" mantığıyla attım defterin yanına. Aşağıdaki güzel görüntü hepsinin toplamı. 


Ee şimdi kim büyümek ister ki? Sanırım benlik bir durum değil büyük hissetmek. Siz de beni iyice umursamaz, şımarık bir kız çocuğu sanmayın olur mu? Yaşamın gereklerinin ve sorumluluklarımın farkındayım. Merak etmeyin hepsini de yerine getirebiliyorum ama içimdeki çocuğu da çok seviyorum. Beni ben yapanlardan. Sizi siz yapanlar ne acaba? 






21 Eylül 2015 Pazartesi

Soğuyor mu Gökyüzüm?



Yolculuktayım. Uzandım arka koltuğa boylu boyunca sırt üstü. Kulağımda en sevdiğim seslerden birkaçı. Başımı azıcık yukarı kaldırınca gördüğüm uçsuz bucaksız gökyüzü.

 Baktıkça geçiyor, değişiyor bulutlar. Kulağımdaki ses 'kayboldu' derken bulutta yok oluyor. 'Her şeydi son buldu kör bir hevesle' derken yaşam kayıyor altımdan. Arada bir önüme düşürüyorum kafamı gördüğüm ağaçlar, orman.


Yaşamaya inat eder gibi yukarıya doğru uzamışlar. Bana da demek istedikleri bu sanırım "hayat devam ediyor, büyüyorsun, inat et yakala yukarıdakini". İnansam mı? Soğuyor kelimelerim. Düşmeyecek gibi çıkmışım meğerse yola. Akıp giden zaman evet karşı koyamadığım. Bak yine gökyüzü var tepemde. Huzur mu veriyor ne? Bi şeyler mi anlatıyor bu bulutlar bana?


Birkaç kuş var yukarıda. Oynaşır gibiler sanki. 'Kayboldu'diyor yine kulağımdaki ses. Doğru kuşlar da kayboldu şimdi. Peki içimdekiler kaybolur mu? Ya sizdekiler?

16 Eylül 2015 Çarşamba

Çocukluğumuzun Resmi!


     Yazar olmadan önce birçok meslekte tutunmaya çalışan Vasconcelos'un Şeker Portakalı isimli romanı. Roman üzerine eminim sizin de söyleyebilecek birkaç cümleniz vardır. Kiminiz ortaokul yıllarında dönem ödevi vasıtası ile zorla okudu, kiminiz arkadaşları çok övdüğü için okudu fakat beklentilerini karşılayamadı. Kiminiz de benim gibi çooook sonradan (üniversite yıllarında) okumaya karar verdi.Kitapla geç tanıştığım için pişman değilim. Aksine 20'li yaşlarımda okumak bana çocukluğumun tasasız, masum yıllarını hatırlattı. 13-14 yaşlarında okusaydım eğer bu hazzı alamayacağıma inanıyorum. Kitapta geçen bir cümlede şöyle diyor:"Kimseden hiçbir şey beklemiyorum. Böylece hayal kırıklığına da uğramamış oluyorum." O yaşlarda bu cümleden çok basit bir anlam çıkarabilir veyahut hiç üzerinde durmadan geçebilirdim. Şimdiyse romanı tam o arada kesip, yaşadıklarımı ve hayal kırıklıklarımı düşünerek "haklııııııı" diye cevap verebildim. Okurken düşündüren bir kitap demek doğru olur sanırım. Okuyun, büyükler olarak okuyun! Çünkü küçük Zeze'nin şiddete uğradığı anlarda gözleriniz dolacak ya da kitabı tam o bölümde kapatıp derin bir nefes alma ihtiyacı hissedeceksiniz. Eğer çocuğunuz varsa ona bakış açınız değişecek. Bir çocuk için sevgi denen duygunun ne kadar önemli olduğunu keşfedeceksiniz.

   

   Kitap Özeti: Küçük Zeze yoksul bir ailenin 5 yaşındaki yaramaz ama masum yürekli bir çocuğudur. Yaramazlığı yüzünden devamlı şikayet edilerek, ailesi tarafından "şeytan onun vaftiz babası" gibi söylemlere uğrar. Zeze kendinden küçük kardeşi Luis ile ilgilenerek şeytanla alakası olmadığını da belli eder aslında. Ailesinde çok sevdiği bir diğer kardeşi ise kendisi gibi sarı saçları olan ablası Gloria'dır. Evdeki şiddetten Zeze'yi koruyan Gloria onun bir çocuk olduğunun farkında olan tek kişidir. Yeni taşındıkları evde kendine bir şeker portakalı fidanını arkadaş edinen Zeze vaktinin çoğunu onunla ve kardeşiyle geçirmeye başlar. Birgün yine bir yaramazlık peşindeyken Portekizli Valadores ile karşılaşır. Zaman ilerledikçe ona Portuga diye hitap etmeye başlar. Portuga artık Zeze'nin en iyi dostudur, beraber çokça zaman geçirirler. Öyle ki küçük kahramanımız Portuga'sını babası ilan eder kendi içinde. Bu mutlu günler çok sürmeyecek Portuga'sına çarpan trenin acısıyla Zeze yataklara düşecek ve kendine geldiğinde babası yerine koyduğu adam artık olmayacaktır.
   
  "Hepimiz büyüktük. Küçük küçük parçalarla, aynı üzüntüden payını alan büyük ve hüzünlü kişiler."


Unutmadan bir de filmi var bu romanın. Ben henüz izlemedim fakat izlemeyeceğim anlamına gelmesin. Romanlardan alıntılanan filmseverlere duyrulur efendim.

15 Eylül 2015 Salı

Büyüdüğünü düşünen kim?


     Hayır yani sen büyüdüğünü mü sandın? Büyüdüğünü hatırlatacak bir şeyler mi oldu? Yoksa ne zaman ben artık büyüdüm dediğinde önüne geçip "asla sen hala minik bir kızsın!" Gibi cümlelere ve bu cümleleri bastıracak davranışlara mı maruz kaldın? Sen büyüdün mü? Yoo, hayır. Sen sadece sana söyleneni yap. Tamam, pekala, haklısın demekle geçecek ömrün. Okuyup yüksek yerlere gelsen de gelmesen de sen hep o kanatların altında kalacaksın. Bu yüzden uyum sağla ve sus. Her zaman. Daima. İşte böyle uslu kız. 
     

14 Eylül 2015 Pazartesi

Adınla yaşasın tatlı



     Üniversite yıllarımda ev arkadaşım, dostum, kardeşim dediğim bir can vardı yanımda. Ara ara evimiz şenlensin, muhabbetimizin tatlılığına tat katsın diye damla sakızlı muhallebi yapardı. Eli öyle lezzetliydi ki, o muhallebi bana göre 'hafız mustafa'nın' muhallebileriyle yarışırdı. Şimdi bu kız neden bunu bize anlatıyor dediğinizi duyar gibiyim. Anlatıyorum çünkü; çok özledim. Mezun olmanın verdiği acı bir yön işte bu da. O güzel yıllarda özlediğim enfes anları ve tatları anlatma ihtiyacı hissediyorum. Anlatınca yeniden yaşarcasına kıpır kıpır oluyor içim. Hiç unutulur mu güzel anılar? Asla!
     Siz de yazın bir yerlere dimağınızda kalanları. Yazın ki tekrar yaşayın. Tekrar yaşayın ki hayattan aldığınız haz artsın. Damla sakızlı muhallebinin güzel sahibi, ellerin dert görmesin...



Bu da ekstra tat olsun.

12 Eylül 2015 Cumartesi

Ah Ceylan!


    Bu saatte (23:45) dinlenebilecek bir şarkı. Rahmetli Kayahan'ın en güzel bestelerinden. Bir ömür zindanlarda ellerimsin, gözlerimsin, mahkumum sana! Muazzam sözler insanı alıp başka yerlere götürüyor. Dinlerken bir şeyler hatırlamamak ya da dalıp gitmemek mümkün değil.

      Peki neden bu şarkıyı Ceylan Ertem'den paylaştım? Siz önce dinleyin neden paylaştığımı anlayacaksınız.

Sadece Biraz


   
 
   Huzur... Sadece biraz huzur...
Hepinizin huzur bulduğu bir yer vardır mutlaka biliyorum. Ev, oda, sevgili yanı, dost yanı, yalnız kalınan anlar vs vs. Bazen de bir şarkıda bir fotoğrafın içinde. Ben uzun zamandır arıyorum bu huzuru. Sanırım benimki de eve girene kadar. Kendi yalnızlığım, kendi özgürlük alanım huzurum. Çoğu zaman başkaları tarafından gasp edilen bana ait olan ya da olamayan o tek başımalık. Kulağımda kulaklık sokaklarda yalnız yürümekte var tabi bu huzurda. Katletmeyin, gasp etmeyin, elinizi sokmayın huzuruma! Kimse... Kimse...
                                        Huzur... Sadece biraz huzur...